Neyin hak, neyin hak olmadığı, kime göre hak, kime göre haksızlık olduğu hazır cevaplarla ve keskin çizgilerle belli olmaz. Böyle durumlar ahlaksal kültürlere göre değişiklik gösterebilir. Ama günümüzün cevaplarına ve keskin çizgilerine baktığımız da herkes kendi görüşüne göre haklı bir anlayış sergilemektedir.
Kendi hatalarımızı görmediğimiz için de haksızlığa uğradığımızı düşünüyoruz. Genellikle olaylara kendi penceremizden bakarız ve görmek istediğimiz kadarını görürüz ve başkalarına da öyle anlatır ve inandırmaya çalışırız. Yalan konuşuruz ve yeri geldi mi iftira attığımız oluyordur. Tabi yapmış olduğumuz hatalarımızı görmemezlikten gelerek, sadece biz haklıyız anlayışıyla hareket ediyoruz. Bir de karşıdakinin penceresinden bakmak lâzım. Kime göre haklısın anlayışını unutuyoruz değil mi? Kendine göre sadece haklısın görürsün kendi pencerenden.Aslında bu kadar hak davasına düşmemiz, bir noktada da iman zayıflığımızı gösteriyor.
Hakkımızın yendiğini düşündüğümüz zaman açık ya da gizli cezalar uygulamaya başlıyoruz. Açık ceza; göz göre göre iftira atmak bunun en somut örneğini teşkil eder ve gizli ceza ise; yalancı şahitler toplayarak bir menfehat uğruna bilmeden, tanıdan kişinin arkasında toplumda ve bir başka yerden konuşması örnek verilebilir. Bize haksızlık yaptığını düşündüğümüz kişiyi cezalandıralım derken aslında en çok kendimizi cezalandırmış oluyoruz. Kimin haklı veya kimin haksız olduğunu bilemeyiz. Öfkelenmek bazen haklı olduğumuz durumlarda bizi haksız çıkartabilir durumların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Buna benzer durumlar ve düşünceler sadece öfke ateşini körüklemekten başka bir işe yaramıyor. Hiç bir zaman öfkemize asla yenik olup hayatımızın mahvetmesine izin vermemeliyiz.
Cezaevlerinde bir araştırma yapmışlar: Kocasını öldüren kadınlara sormuşlar. ‘Kocanızı öldürdüğünüz için pişman mısınız?’ ‘Hayır değiliz, öldürülmeyi hak etmişti’ demişler. ‘Mutlu musunuz?” diye sormuşlar. ‘Hayır, mutlu değiliz, dışarıda bir hayat bıraktık.’ O zaman haklı olmak her zaman mutlu olmayı gerektirmiyor, diye bir sonuç çıkarmışlar.
Cezaevlerinde yapılan başka bir araştırmaya göre de, insanları en çok öfkelendiren, suç işlemeye teşvik eden “Ben bunu hak etmedim,bana haksızlık yapıldı” düşüncesiymiş. Hak etmediğini düşünen insan öfkesini kontrol etmek de zorlanıyormuş. O bunu hak ediyor ya da ben bunu hak etmedim düşüncesi, öfkenin ve hayatı mahvetmenin en büyük sebebi demek ki.
Hak ettiklerimizi değil, yaşamamız gerekenleri yaşıyoruz. Bizi olgunlaştıracak, kurtaracak hayatı yaşıyoruz.
O zaman söylenmeden, şikâyet etmeden yaşamalı değil miyiz? Şikâyet ederek yaşamayı seçersek yaşadıklarımızın içindeki almamız gereken dersleri yeterince öğrendiğimizin bir kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Sonuçta biz insanlar dünya hayatı için yaratılmadık. Gerçek hayat ölüm sonrası olduğu için de yaptıklarımızın karşılığını esas ahirette bulacağız. Kimin haklı veya haksız Allah’ın terazisi ile belli olacaktır. Kim ne haksızlık yapmışsa karşılığını fazlasıyla alacaktır.Allah(c.c) bir ismi de “Âdil”dir. Allah adalet sahibidir, haksızlık ve zulüm yapmaz. Haksızlık ve zulme maruz kalan kişi bağışlamadıkça da haksızlık edenleri bağışlamaz.
Haklı olmak mı, haksız olmak mı? Bu iki seçenek arasında kaldığınız bir durumda bu iki seçenekten toplum karşısında saygınlık, itibar ve prestik aybedeceğiniz bildiğiniz halde, ikisi arasında tercih yapmak durumunda kalsanız hangisini tercih ederdiniz?
Tercih sizin….
saygılarımla
Viranşehir’de Suriyeli Kadınlar Meslek Öğreniyor
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.