ÜMMETE ADANMIŞ BİR GENÇLİK
Peygamber (sav); ‘’İslâm garip başladı, (ileride) başladığı gibi garip olacaktır. Ne Mutlu o gariplere!’’ diye buyurmaktadır. Hz. Peygamber sav, tebliğe başladığı ilk andan itibaren kadın-erkek, genç-ihtiyar, zengin-fakir, hür-köle ayırımı yapmaksızın tüm insanları İslam’a davet etmiştir. Nitekim ilk Müslümanlar incelendiğinde içlerinde toplumun her kesiminden fertlerin yer aldığı görülmektedir. Ancak, bu fertler arasında gençlerin çoğunlukta olduğu görülmektedir.
Mekke’nin nüfuzlu ve refah içinde yaşayan ailelerine mensup gençler, İslam’a; yaşlılar, köleler, fakirler, kimsesiz ve zayıf kimselerin duydukları sempati ve ilgiden daha fazlasını göstermişlerdir. İslam’ı yayma konusunda Hz. Peygamber’e asıl destek ve yardımcı olanlar yine bu idealist gençlerdir. Bundan dolayı, ilk Müslümanlardan birkaç kişi, elli yaş civarında, birkaç kişi otuz beş yaşın üzerinde, geri kalan çoğunluk ise otuz yaşın altında bulunuyordu. Bu din böyle başladı ise, yeryüzünde tekrar söz sahibi olması da böyle olacaktır. Bu dinin yeryüzünde ihyası, gençliğin dinamizmine ihtiyaç duymaktadır.
Hasan El Benna bir konferansında gençlere seslenirken şunları söylemiştir: ‘’Ey gençler! Davalar; ancak kendisine olan inancın kuvvetli olduğu, o yolda samimiyetin tam olduğu, o davaya olan gayretin sürekli arttığı, onu gerçekleştirmeye ve o yolda fedakârlık yapmaya sevk edecek şekilde hazırlıklı olunduğu zaman başarıya ulaşır.’’
Müslüman gençleri diğer insanlardan ayıracak olan; ‘’inanç, samimiyet, gayret ve amel’’ ümmetin yeniden ihyası için beklenen en temel özelliklerdir. Gençlerdeki inancın temelini; samimiyetle tutuşan bir kalp, samimiyetin temelini; Allah’a bağlı bir gönül, gayretin temelini; güçlü ve coşkun duygular, amelin temelini ise; sağlam bir azim inşa etmelidir. Bu özellikler ile donanmış gençler, geçmişte olduğu gibi günümüzde de ümmetin uyanışının direği ve direnişinin sancaktarı olacaktır. Allah şöyle buyuruyor: ‘’Şüphesiz onlar Rabblerine iman etmiş gençlerdi, biz de onların hidayetini arttırdık.’’ (Kehf 13)
Bugün ümmet, yeni bir doğumun sancılarını çekmektedir. Karanlığın en yoğun olduğu an, güneşin doğmaya en yakın olduğu andır. Bu karanlıklardan sonra doğacak olan güneş; ancak gençlerin göstereceği azim ve kararlılıkla doğacaktır. Allah şöyle buyuruyor: ‘’…bir topluluk kendisini değiştirmedikçe, Allah onların durumunu değiştirmeyecektir…’’(Ra’d 11) Bütün ümmet, Müslümanların içinde olduğu bu zifiri karanlığı ortadan kaldıracak bir aydınlığı beklemektedir. Bu aydınlık da Allah’ın izniyle, kendini Allah’a adamış ve büyük bir azimle Allah yolunda çalışan gençliğin eliyle gelecektir ve gelmektedir.
Ümmet, şu dört noktada gençlikten beklenti içerisindedir:
Rasulullah (sav) in, Abdullah b. Abbas’a verdiği öğütlerden biri şöyledir: “Delikanlı! Sana bazı sözler öğreteceğim: Allah’ı(n hakkını) koru ki Allah da seni korusun. Allah’ı(n hakkını) gözet ki, O’nu hep yanında bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste. Yardım dilediğinde Allah’tan yardım dile. Şunu bilmelisin ki, bütün toplum (varlık âlemi) bir konuda senin yararına bir şey yapmak için bir araya gelse; ancak Allah yazmışsa sana destek verebilirler. Yine bütün toplum sana zarar vermek için bir araya gelse; ancak Allah yazmışsa sana zarar verebilirler. Zira kalemler kaldırılmış, sayfalar kurumuştur.”(Tirmizi)
Peygamber sav’den inanç konusunda eğitim alıp kahramanlıklarıyla destan yazan pek çok genç sahabe vardır:
Abdullah bin Huzeyfe, Bizans’a esir düştüğünde; Kral’ın bütün tekliflerini, inancına uymadığı için elinin tersiyle itivermiştir. İnancına aykırı hareket etmektense yüz defa ölmeyi haykırmıştır Kral’a.
Rebi bin Amr, İran kumandanı Rüstem’e: ‘’Allah bizi, insanları kulların kulluğundan kurtarıp Allah’ın kulluğuna ulaştırmak, dünyanın darlığından bolluğuna eriştirmek, diğer dinlerin zulmünden, İslam’ın adaletine kavuşturmak için görevlendirdi’’ diyerek, inancını haykırmıştır.
Hubeyb Bin Zeyd, vücudu parça parça doğranmasına rağmen; yalancı peygamber Müseylemet’ül Kezzab’a inancından taviz vermemiştir.
Peygamber sav, inancının eri olan mü’minleri şöyle tasvir ediyor: “Allah’a inanan bir mümin; O’nun elçisini canından, malından, anasından, babasından daha fazla sevmedikçe imanını kemale erdiremez” (Buhârî)
Samimiyeti kuşanmış bir genç; etkiler ve etkilenir. Samimiyeti kuşanmış bir genç; zamanın uzamasından ve görevlerin ağırlığından usanmaz. Samimiyeti kuşanmış bir genç; başarısı ile böbürlenmez, başarısızlıktan dolayı da ye’se (ümitsizlik) düşmez. Yalnızlığıyla erinmez, çoğunluğuyla övünmez. Allah’ı razı ettikten sonra başına gelenlere aldırış etmez. Sağında solunda duranlara değil, kendisiyle birlikte olan Allah’a bakıp güç bulur. Karşısında duran düşmanı gördükçe, kalbindeki samimiyetten dolayı imanı ve azmi artar.
Davaları zafere ulaştıran gençlerdeki bu samimiyet olmuştur. Ömer b. Abdülaziz, zamanının halifesiydi. İmam Ömer’in torunu, Salim b. Abdullah Ömer b. Abdülaziz’e yazdığı mektupta şöyle demişti:
“Bilmiş ol ki, Allah’ın kuluna yardımı, niyeti nispetindedir. Kimin niyeti noksan olursa, Allah’ın yardımı da o nispette azalmış olur.”
Peygamber sav, sahabesine görev verirken; başarılı olmaları için samimiyeti kuşanmalarını öğütlerdi. Muaz bin Cebel r.anh der ki; Yemen’e vali olarak gönderileceğim zaman Rasulullah sav’e;
“Ey Allah’ın Resulü! Bana bazı tavsiyelerde bulun.” dedim. O da; “Dininde samimi ol, sana az amel yeter.” karşılığını verdi. (Hakim)
Peygamber sav, yapılan davetin etkili olması için de ihlâsı sahabesine telkin ederdi. İmam Ali r.anh, Rasulullah sav’in şöyle buyurduğu rivayet etmiştir; “Bir kimse kırk gün Allah rızası için ihlâsla amel ederse, hikmet menbaları kalbinden diline fışkırır. (Hep hikmetli ve güzel sözler konuşur.)” (İbni Hibban)
Öyle coşkulu duygulara sahip bir gençliğimiz olmalı ki; kendine yüklenen vazifelerden kaytaran değil, ‘’ben yapmazsam bu işi yapacak hiç kimse yok’’ şuurunda bir gençlik. İkide bir kendisine ‘’Allah için daha fazla çalışmalısın’’ denilen değil, Allah’ın dini için azminden ve fedakârlığından dolayı ona ‘’kendini yiyip bitirecek misin’’ denilen bir gençlik. Uhud’ta Peygamber sav’i koruyormuşçasına her defasında ‘’şu düşmanı kim bizden uzaklaştıracak’’ diye söylendiğinde Talha bin Ubeydullah gibi ‘’bu işe ben varım’’ diyen bir gençlik.
Ümmeti bu zilletten izzete çıkaracak, bu duygularla donanmış gençlere ihtiyaç vardır bugün. Hasan-ı Basri şu tembihi çokça yapardı: ‘’Gençler! Yönünüzü ahirete çevirin. Ahireti çokça talep edin. Biz, ahireti talep edenin ahiretle birlikte dünyayı da elde ettiğini çok gördük. Ama dünyayı talep edip de, dünya ile birlikte ahireti elde edeni göremedik?’’
Kur!an-ı Kerim’de 70’i aşkın ayette, iman ve amel birlikte zikredilmiştir. Allah, iman iddiasında bulunan herkesi imtihana tabi tutarak amellerine bakacağını bildirmektedir. ‘’İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demeleriyle bırakılı verileceklerini mi sandılar? Andolsun ki, biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah, doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.’’ (Ankebut2-3) İman, bir iddia; amel ise, bir ispattır. Ümmetin yeryüzüne iktidar olması, İslam dininin yeryüzüne hâkim olması da ancak iman ve amelin birlikte olmasıyla mümkün olacaktır. Allah şöyle buyurmaktadır: ‘’Allah, sizlerden iman edip salih amel işleyenlere, kendilerinden öncekileri sahip ve hâkim kıldığı gibi onları da yeryüzüne sahip ve hâkim kılacağını, onlar için beğenip seçtiği dini (İslâm’ı) onların iyiliğine yerleştirip koruyacağını ve (geçirdikleri) korku döneminden sonra, bunun yerine onlara güven sağlayacağını vadetti…’’ (Nur 55)
Kur’an tefsircileri şöyle bir kıssayı anlatır: Bir gün Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Müslümanlardan oluşan bir gurup tartışmaya girer. Yahudiler: ‘’Biz, Allah’ın seçip beğendiği, bizzat konuştuğu Hz. Musa’nın ümmetiyiz. Hıristiyanlar da: ‘’Biz, Hz. İsa’nın ümmetiyiz. Hz. İsa ki, Allah’ın kelimesi ve ruhudur’’ dediler. Müslümanlar ise: ‘’Biz de son peygamber Hz. Muhammed sav’in ümmetiyiz ve en hayırlı ümmetiz’’ dediler. Bu tartışma üzerine Allah cc şu ayet ile uyarıda bulunmuştur: ‘’Ne sizin kuruntularınız ne de ehl-i kitabın kuruntuları (gerçektir); kim bir kötülük yaparsa onun cezasını görür ve kendisi için Allah’tan başka dost da, yardımcı da bulamaz. Erkek olsun, kadın olsun, her kim de mümin olarak salih amel işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.’’ (Nisa 123-124)
Anlaşılan o ki; bir Müslüman, imanın gereği olan amellerle bir uğraş içerisinde değilse ve bu haliyle de cennete gireceğini iddia ediyorsa, bu bir kuruntu ve vehimdir.
‘’Onlara de ki: ‘’İstediğiniz gibi davranınız, yaptığınız işleri hem Allah, hem Peygamber, hem de mü’minler göreceklerdir. Sonra görünür- görünmez her şeyi bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız da, O size neler yaptığınızı haber verecektir.’’ (Tevbe 105)
Ümmet olarak; vahiyle beslenmiş Hz. İbrahim as misali, devrin putlaştırılan her şeyinden kendisini arındırmış, batan (geçici) her şeyden kendini soyutlamış ve ateşe atılma pahasına da olsa inandığı doğrulardan vaz geçmeyen bir gençliğe muhtacız. Hz. Yusuf’un; teslimiyetinde vücut bulan, Allah’ın rızasını hâkim kılıp zindanı zinaya tercih eden bir gençliğe muhtacız. Ümmet olarak bizler; mevki, makam, hâkimiyet, elde edince bile Hz. Süleyman gibi her şeyi Rabbinden bilerek kulluğuna devam eden bir gençliğe muhtacız. İnandığı değerler uğruna mağarayı, rahat bir hayata tercih eden Ashab-ı Kehf gibi gençlere muhtacız. Hz. Meryem gibi teslimiyet, iffet ve adanmışlık duyguları ile ömrünü Rabbine adayan gençlere muhtacız. İnancı uğruna direnip Ashab-ı Uhdud gibi canına mal olsa da, insanların imanı için seve seve canını verebilecek bir gençliğe muhtacız.
Ümmetin umudu gençlerdir. Hz. Yakup’a yıllar yılı gözyaşı döktürten hüzün, sadece babalık duygusu değildi. Aynı zamanda insanların kurtuluşuna umut olacak bir gencin kaybolmasının hüznüydü. Hz. Hacer’in koşuşturması İsmaillerin yok olmaması için verilen bir mücadeleydi. Rabbimiz nasıl ki Hz. Yakup’u Hz. Yusuf’a kavuşturduysa, elbette bu ümmeti de hüzünle ve özlemle beklenen gençliğe kavuşturacaktır. İsmailler yok olmasın diye Zemzem suyunu bahşeden Allah, bu ümmete de diriliş olacak gençliği bahşedecektir.
Hatırlar mısın? Doğduğun zaman, sen ağlardın gülerdi alem.
Öyle bir yaşam sür ki, mevtin sana hande (gülüş) olsun. Halka matem… (Mehmet Akif Ersoy)
AŞÇILIK KURSU MEZUNLARINDAN YEMEK YARIŞMASI
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.